HRİSTİYAN SANATINDA İMGE VE TASVİR
HRİSTİYAN SANATINDA İMGE VE TASVİR
Uğurcan KOŞDEMİR
04/02/2018
MS 313 yılında, Roma İmparatorluğu’nda önemli bir gelişme yaşanmıştı; Batı’nın augustusu Constantinus ve Doğu’nun augustusu Licinius, birlikte, Milano’da tüm imparatorluk sınırları içinde Hristiyanlığın serbest bir din olduğunu Milano Fermanı ile ilan etmişlerdi. Bu gelişmeyle birlikte kilise, sanata karşı olan tutumunu tekrar gözden geçirmeliydi; çünkü mevcut kiliseler küçük ve önemsiz yerlerden oluşuyordu. Yapılacak olan yeni tapınma yerleri, işlevleri tamamen farklı olan Pagan tapınakları gibi olamazdı. Bu nedenle “kral salonu” anlamına gelen, klasik dönemde ise “bazilika” olarak anılan geniş toplanma salonları örnek alınarak yeni kiliseler yapıldı. Örnek alınan bu bazilikalar, pazar yerleri ve mahkeme salonları olarak kullanılıyor olup temelde geniş dikdörtgen biçimli bir salon ve bu salonun uzun kenarlarında, ana salondan sütün dizileriyle ayrılmış, daha dar ve alçak tutulan birer yan salondan oluşuyordu ve genellikle en uçta toplantıyı yöneten kişinin veya mahkemeyi yöneten yargıcın içerisinde oturduğu yarım daire formlu bir niş (apsid/apsis) bulunuyordu. İmparator Constantinus’un annesinin de kilise hizmeti için bir bazilika yaptırmasıyla Hristiyan bazilikası adı kullanılmaya başlanmıştı.

Eski Hristiyanlar’ın heykellere karşı olan bu sıkı tutumun yanında resimler konusunda farklı düşüncelere sahip oldukları görülüyordu; cemaatin kutsal olayları anımsamasına ve akılda canlandırmasına yardımcı oldukları için resimlerin yararlı olduklarını düşünüyorlardı.
VI. yüzyılın sonlarında yaşamış olan Papa Gregorius Magnus da bu düşünceye sahip olup “Yazılar okuma-yazma bilenler için ne ise, resimler de okuma-yazma bilmeyenler için aynı şeydir.” demişti. Böylesine önemli bir kişinin bu sözleri sarf etmesi sanat tarihi için oldukça önemliydi; çünkü kilisede kutsal imgelerin kullanılmasına karşı çıkılan her yerde onun sözleri anımsatılacaktı. Eğer Gregorius’un düşünceleri uygulanacaksa öykü, ana konudan sapmadan gayet açık, sade ve basit şekilde anlatılmalıydı; dikkati başka şeylere yöneltecek unsurlardan kaçınılmalıydı. Bu düşünce imparatorluğun batı, Latin bölgelerinde kabul edilmişti.

Sanatın kiliselerde doğru şekilde kullanımı sorunu tüm Avrupa’da olduğu olduğu gibi başkenti Constantinoupolis olan Doğu Roma İmparatorluğu’nda da gündemdeydi. Buradaki bir grup, Latin bölgelerinin aksine dinsel amaçla yapılan tüm imgelere karşıydı. Bu görüşteki kimselere “ikonoklast (tasvirkırıcı)” deniyordu. Bu ikonoklast grup, 745 yılında kilisede üst düzeye yükselmişti ve bunun akabinde Doğu Kilisesi her türlü dinsel sanatı yasakladı.

Bu sınırlı alanın içinde Bizanslı sanatçılar yeteneklerini zor yollar içinde geliştirmiş olsalar da Bizans kiliselerinin içine egemen olan görkemli, yüce imgeleri başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Bizanslı sanatçılar geride bıraktıkları örneklerinde Doğu sanatının görkemini ve yüceliğini kullanarak İsa’yı anlatma yolunu seçmişlerdi ve bu imgeler, etkilerini, Doğu Kilisesinin yönettiği tüm ülkelerde böylece korumuştu; bu yapıtlar, bugün halen daha pırıl pırıl parlayan altın duvarlardan bizlere bakarlar.
KAYNAKÇA
- GOMBRICH, Ernst Hans, Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2015.
- KOCH, Guntram, Türkiye’deki Geç Antik Dönem Merkezleri ile Birlikte Erken Hıristiyan Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2015.